KENDİN OLMA CESARETİ VE SORUMLULUĞU

Ünlü Haham Zusya ölüm döşeğinde yatarken, öğrencilerinden biri sormuş:

Ölüm sizi korkutuyor mu, efendim?’’
‘’Hayır, diye cevap vermiş haham, ’’Beni asıl korkutan, öte dünyaya gittiğimde karşılaşacağım sorudur.’’
Bilgeliği ve yardımseverliğiyle tanınan üstadın böyle bir kaygısı olabileceğini hiç düşünmeyen öğrenciler çok şaşırmışlar.
Yaşlı bilge içini çekerek sözlerine devam etmiş.’’ Bana, ’’Hey Zusya neden Musa gibi olamadın? diye sormayacaklar. Diyecekler ki, ’’Neden Zusya olmadın, neden yalnızca senin olabileceğin biri haline gelmedin?’’


‘’Varoluşçu Psikoterapi’’ kitabının ‘’Sorumluluk’’ bölümünde geçen bu kişisel yüzleşmenin çarpıcılığı beni hep, ‘’kendin olma cesareti ve sorumluluğu’’ üzerine düşünmeye yöneltmiştir…
Sevdiğim varoluşçu filozoflardan, aynı zamanda bir teolog olan Paul Tillich, otantik olmanın ancak yaşamda gösterdiğimiz kendimiz olma cesaretiyle mümkün olabileceğinin altını çizer.


Kendimiz olma cesareti ise, görünürün altında var olan iç güçlerimizi, potansiyelimizi, zihinsel kapasitemizi, duygularımızı, isteklerimizi fark etmek ve bunları aslına uygun olarak yaşamamıza yansıtmak demektir.

Özgürleşir ve bizi diğerlerinden ayıran, farklı kılan kendi doğamızı kabul duygusu geliştiririz.

Öyleyizdir, olduğumuz haliyle ve kendi içimizde içsel bir çatışma yaşamayız.

Kendimizi bugün için kabul edebiliyor muyuz?

Çevremizin onaylayacağı bir role bürünmek ve olduğumuzdan farklı birini oynamak, otantikliğin getireceği özgürlük ve varoluşun onaylamasından bizleri mahrum bırakır. Başkaları bizi kabul eder ya da onaylar görünür ve bu bir süre için iyi de gelir ama bu ‘’sanal iyi olma’’ halinin bedelini ruhsal dünyamızda öderiz. Dış dünyada bedel ödememek için, iç dünyamızda bedel ödüyor muyuz? Ne gibi bedeller ödüyoruz, hiç düşündünüz mü?

Şu ana kadar yaptıklarımızla, yapamadıklarımızla… Yeterli hissedebiliyor muyuz? ‘’Bugün için bu kadarını yapabiliyorum.’’ diyebiliyor muyuz? Vereceğimiz her olumlu yanıt, kendimizi kabul sürecimizde önemli bir adım ve yeterli hissetmeyen yanımıza dönük etkili bir cevaptır. Endişemize ve içsel hoşnutsuzluğumuza karşı yaptığımız yapıcı bir eylemdir. Kabul sürecinin en başında olmak bile; kendimize hoşgörü ve şefkat duygusunu beraberinde getirir.

İnsanın kendine şefkat göstermesi, gösterebilmesi hep ilgimi çekmiştir. Gözümün önüne hep bir imaj gelir. ’’Sakin ol, buradayım ben.’’ diyen sırtını sıvazlayan bir ses…
​İçeride hep eksik ve yetersiz olduğumuzu söyleyen sese yer yoktur. Eksik ya da yetersiz hissetmenin yıkıcı tesirini eritir, endişe kaybolur.

Kendini olduğu gibi kabul, yeterlilik duygusu ve kendin olma cesareti, otantik bir varoluşa giden yolun anahtar yapı taşlarıdır.

Önemli olan sonuç değil, süreç. Hana varmak değil, hana doğru yürümektir…

Kendi han'ınıza yürümeniz dileğiyle…

Aycan KUL
Uzman Psikolojik Danışman