KALABALIKLARIN İÇİNDEKİ YALNIZ ADAM…

PESİMİSTİK BİR YAZAR: FRANZ KAFKA’YA PSİKOLOJİK BİR BAKIŞ

“Benim yalnızlığım insanlarla dolu” demiş sevgili Kafka. Bu sözüyle ötekileştirmiş kendini. Aslında bildiğimizin aksine arkadaşları olan, çevresindekiler tarafından sevilen, neşeli ve hoşsohbetli biri olarak tarif edilirmiş; ancak o bu insan topluluğu içinde herkesten uzak kendi yarattığı ruhsal alanına çekilmiş. Belki de iç dünyasındaki ıssızlığı duyurmak istemiş. Sahip olduğu karamsar kişilik ona yaşamın zaten baştan kaybedilmiş bir savaş olduğunu benimsetmiş. Peki neden bu kadar karamsar olmuş, neden herkesin dilinde “mutsuz bir yazar” olarak anılmış?

Kafka’nın büyük bir yenilgi olarak tasvir ettiği yaşamı 1883 yılında Çek Cumhuriyeti’nin Prag şehrinde başlamış. Franz Kafka 6 çocuklu Yahudi bir ailenin ilk çocuğuymuş. İki erkek kardeşi daha bebekken hayatlarını kaybetmiş, üç kız kardeşi ise Nazi Almanya’sının düzenlediği Yahudi soykırımında ölmüşler. Almanca konuşan Yahudi bir ailenin üyesi olması onun kimlikleşme sürecinde olumsuz etkiler yaratmış. Almanca konuştuğu için Çekler tarafından Yahudi olduğu için de Almanlar tarafından dışlanmış. Bu nedenle kendini hiçbir yere ait hissedememiş, kimliğini kazanmaya çalışırken çeşitli rol karmaşaları yaşamış. Kafka’nın bu kalabalıklar içindeki yalnızlığı ve kendini hiçbir yere ait hissedemeyişi yaşadığı dışlanma nedeniyle kimliğini bulamayışından kaynaklanmış. Kafka bu sosyal ölüme boyun eğmiş ve kendine “öteki” demiş. Öteki dediğiyle savaşmış sürekli içinde. Sahip olduğu benliği bir türlü kabullenememiş. Kafasındaki ideal benlikle gerçek benliği uyuşmadığı için kendini değersiz bir varlık olarak nitelendirmiş. Aslında bunun için Kafka’yı pek suçlayamayız; çünkü onun kafasındaki ideali yaratan sadece kendisi olmamış. Kafka’nın kafasındaki ulaşamadığı ”ben” onu durmadan baskılayan babasının eseriymiş. Onun düşük benlik algısını kamçılayan diktatör bir figür olarak nitelendirdiği ve çoğu zaman nefretle andığı babasıymış. Kafka babasını baskıcı bir otorite olarak görmüş hatta bu yüzden yaşamı boyunca tüm otoritelerden nefret etmiş. Üstelik annesi de bu otoriteye boyun eğen silik ve şefkat göstermeyen bir kadınmış. Baskıcı bir baba ve zayıf bir anneyle büyüyen Kafka’nın eserleri bu yaşantılarından büyük ölçüde etkilenmiş. En ünlü eserlerinden biri olan “Dönüşüm”de babasının ve dışlanmışlığının yarattığı aşağılık kompleksi adeta Kafka’nın üzerine kitinden bir tabaka örmüş. Tüm çocukluğu boyunca kendini küçücük değersiz bir varlık olarak algılayan Kafka yetişkinliğinde de bu olumsuz benlik algısından kurtulamamış, ona bir böcekmiş gibi davranan babasının etkisiyle şu cümleleri kaleme almış:”Gregor Samsa bir sabah uyandığında kendisini devcileyin bir böceğe dönüşmüş olarak buldu…”

Dönüşüm’ün başlangıcından da anlayacağımız üzere Kafka kendinden iğrenircesine olumsuz bir benlik algısına sahipmiş. Böcek Samsa’nın bir süre utanç içindeki yaşamından sonra sefil ve yalnız bir şekilde gerçekleşen ölümünü betimlemiş. Aslında kendine layık gördüğü hayatı gözler önüne sermiş. Kendiyle ilgili değişmeyen olumsuz algısı onun böyle bir ölümü hak ettiği fikrini benimsetmiş. Kafka belki de onu ele geçiren karamsarlık duygusundan ve aynaya baktığında görmek istemediği “ben” den kurtulamayacağı inancıyla, madem ki kurtulamıyorum en azından yalnızlaşarak bunu diğerlerinden saklayabilirim düşüncesine kapılmış ve eserlerini de bu doğrultuda kaleme almış. Eserlerinde toplumla uyuşmayan, ondan farklı olan yalnız bir Kafka görmemiz bu yüzden. Kafka’nın yaşadığı toplumla kendisi arasındaki sıkışmışlığının ne denli büyük olduğunu böcek olarak uyandığı sabah bile işe nasıl gideceğini düşünmesinden de anlayabiliyoruz ve bizim Sevgili Kafka’mız içinde bulunduğu toplumun dayatmalarından kendi iç dünyasına çekilerek sıyrılmayı tercih etmiş tam da bu yüzden dışlanmaya boyun eğmiş, otoritelerden kaçmış. Otoriteden kaçışı aslında onun bir türlü kendisiyle özdeşim kuramadığı babasından kaçma çabasıyla başlamış. Kafka her ne kadar kaçmaya çalıştıysa da babası sadece onun kişiliğini etkilemekle kalmamış aynı zamanda hukuk eğitimi alması konusunda da baskı oluşturarak geleceğini yönlendirmiş. Despot babasının geri çevrilemez isteği üzerine Prag’da Karl Ferdinand Üniversitesi’nde hukuk okumaya başlamış; ancak öğrencilik yıllarında yalnızca kendi bölümüyle değil Alman edebiyatı ve sanat tarihiyle de ilgilenmiş. Bu yıllarda daha sonra yakın arkadaşı olacak kişi Max Brod’la tanışmış. Onunla tanışmasıyla edebiyata girişi hızlanmış.

Kafka hukuk eğitimini bitirdikten sonra işçi kaza sigortasında memur olarak çalışmaya başlamış. Gündüzleri hayatın sıradan temposunda ilerlemiş geceleri ise kendini tamamen yazmaya vermiş. Yaşamının varoluşsal anlamını ancak yazarak bulduğuna inanıyor durmadan yazıyormuş. Yazmayı derin bir uykuya benzetiyor ancak yazarak onu baskı altına alan toplumu gönlünce eleştirebiliyormuş. Eserlerinde kendi bastırdığı korkularından yola çıkarak insanın gizli kalmış yanlarını, çevresindeki burjuva yaşamının sahte ilişkilerini, gündelik hayatın onu çıldırtan tekdüzeliğini gözler önüne sermiş. Karamsar kişiliği eserlerindeki kahramanları da çaresizlikle donatmış, kendi çıkmazlarını onlar üzerinden canlandırmış. Yaşadığı içsel çatışmalar onu her zaman hazin bir sonu olacağına inandırmış. Bundan dolayıdır ki “Dava” sının kahramanı Josef K. “Yargılanıyorsam mutlaka bir suçum vardır” dediği suçluluk psikolojisiyle onun alt üst olmuş benliğini bize göstermiş, neyle suçlandığını bile bir türlü öğrenemeden yavaş yavaş karanlığa gömülmüş. Aynı durum “Şato”da kadastro memuru olan Bay K’da da görülür. Şato, onun yarım kalan tamamlayamadan bizlere veda ettiği ve o öldükten sonra yayımlanan eseridir. Bay K’nin yüksek mevkie gelebilmek için bürokrasiyle verdiği sefil savaşını anlatır. Kafka “ Gregor Samsa’yı, Josef K.yı ve Bay K’yı” adeta kendini yok ediyormuşçasına içinde bulunduğu karanlığa gömmüş. Her ne kadar eserlerinde içinde bulunduğu psikolojik bunalımları ve babasıyla başlayan otorite öfkesini dile getirse de yaşadığı bu karanlık ona ruhsal bir acı vermiş. Nihayetinde Kafka da içinde bulunduğu bu melankoli ve mutlak yalnızlıktan kurtulmak istemiş. Üstünde katlanılmaz baskısı olan babasından uzaklaşmak ve kendinden sıyrılmak için evlenme girişiminde bulunmuş. Ancak onun gibi kompleksleri içinde boğulan biri için bu hiç kolay olmamış. İlk romantik ilişkisi Felice Bauer’le olmuş, iki kez nişanlanmış ama bir türlü evlenememiş. Sonrasında bir arkadaş toplantısında tanıştığı ve kendisinin imkansız aşkı olacak Milena’yla tanışmış. Milena ile olan ilişkisi başta iş dolayısıyla başlamış; çünkü Kafka Milena’dan öykülerini Çekçe’ye çevirmesini istemiş. Daha sonrasında aralarında oluşan bağ güçlenmiş ve derin bir aşka dönüşmüş. Milena’ya duyduğu güçlü hisleri mektuplarında dile getirmiş. Aşkının yoğunluğunu şu sözleriyle tam olarak tasvir etmiş: ”Benim mutluluğum sende erimektir.” Kafka kendi benliğinden sıyrılıp adeta Milena’yla bütün olduğunu dile getirmiş. Ancak onun bu derin aşkı mektuplardan öteye gidememiş. Milena’nın evli oluşu bu aşkı imkansız kılmış ve Kafka aşkının imkansızlığıyla baş başa kalmış. Hayatına giren son kadın ise ölürken başucunda bulunan bebek bakıcısı Dora Diamant olmuş. İlk kez hayatında mektuplarla konuşmak zorunda kalmadığı, sahip olabildiği bir kadın bulunmuş. Belki de ilk kez gerçekten sevilme ve ait olma ihtiyacı giderilmiş; ancak bu kez de mutluluğu çok sürmemiş. Talihsiz Kafka bedenini ele geçiren akciğer kanserine karşı direnememiş ve 41 yaşında hayata veda etmiş.

Yaşamı boyunca karamsarlık bir gölge gibi takip etmiş Kafka’yı. Belki de umutlanıp hayal kırıklığıyla karşılaşmaktan korkmuş. Sahip olduğu olumsuz benlik algısı kendini bir hayal kırıklığı olarak görmesine neden olmuş. Zaten bunu kendisi de şu sözleriyle dile getirmiş. “Beni hayal kırıklığına uğratan benden başkası değil”. Ancak yine de tüm bu yok oluşun içerisinde küçük de olsa bir umut ışığı yakıyor bizlere Kafka. “Dava”nın sayfaları boyunca suçunu öğrenmek için uğraşan zavallı kahramanı K. sonunda idam edilir; ama idam sırasında karşı binanın penceresinden ışıklar içinde bir adam görünür ve K’ya doğru ellerini uzatır. Sonucu bir şeyi değiştirmez ama Kafka içinde bir parça da olsa umut olduğunu gösterir. Belki de bu umut o kadar küçük olması nedeniyle onu peşinden sürükleyememiş ve kendini sevmesine yetmemiş. Bu yüzden tüm hayatını iç çatışmalarıyla geçirmiş ve aşağılık kompleksi yüzünden özgüven problemini bir türlü yenememiş, yazdığı eserleri de değersiz olarak nitelendirmiş. Adeta bir mirası yok etmek istemiş ve yakın arkadaşı Max’ten ölümünden sonra tüm eserlerini yakmasını istemiş. Belki de yazmak onu yaşamda tutan tek şey olduğu için ölümünden sonra eserlerinin kalmasının bir anlamı olmayacağını düşünmüş. Onun vasiyetine rağmen Max eserleri yakmamış ve yayımlanmasını sağlamış. Bu sayede bizlere büyük bir miras kalmış ve Kafka’nın sıra dışı iç dünyası her birimizde silinmeyecek izler bırakmış.

KAYNAKÇA

“Franz Kafka Kimdir?”,son güncelleme 3 Temmuz,2013.

“Franz Kafka Kimdir? Hayatı, Sözleri ve Kitapları”,son güncelleme 25 Mayıs 2017.

“Yüzü Hiç Gülmeyen Adam”,son güncelleme 4 Temmuz,2014.